Diyetle 8 ayda 45 kilo verdi

Medicana Konya Hastanesi Diyetisyeni Merve Sena Nazlı, 8 ayda 45 kilogram vererek istedikleri ağırlığa ulaştıklarını belirterek, “İlk önce Yalçın beye gerekli tetkikleri yaparak kiloya sebep olan etkenleri bulmaya çalıştık. Vitamin değerlerimize baktık, insülin direncimiz var mı diye bunları saptatık. Gerekli ilaçları kullanarak daha sonra beslenme kısmı için devreye girdik. Beslenmemizde de Yalçın beyin uygulayabileceği günlük yaşantısına uyan, onu sıkmayan, yasaklı olmayan diyetlerle devam etti. Kaçamak haklarımız oldu, aynı zamanda özel diyetlerimiz de oldu ikişer ve üçer günlük gibi. Metabolizmasını hızlandırmak amacımızdı zaten. Şuan halen kaçamak yapsak da ödüller vererek de aynı zamanda kilo vermemiz devam ediyor. 8 aylık bir süreçte 45 kilogram kaybetti kendisi” dedi.

“Elbiselerimi şu anda çok rahat bulabiliyorum”

Diyete başlamadan önce 139 kilo olduğunu belirten fazla kilolarından kurtulan Yalçın Dayıoğlu, “Şu anda 93 kiloyum. Elbiselerim önceden dar geliyordu. Bir beden büyüğünü bulamıyordum ve bulmakta zorlanıyordum. Şu anda çok rahat bulabiliyorum elbiseleri. Kıyafetler hep tek düzeyde oluyor o zaman tek tip bir şeyler bulabiliyorum. Şu an istediğimde şeyde tarzları çok rahat bulabiliyorum” dedi.

“Masa başı bir işim olduğu için kilo almaya çok elverişli bir durum oluyor”

Durağan bir hayatı olan ve sürekli evden işe, işten eve gittiğini de kaydeden Dayıoğlu, “Masa başı bir işim olduğu için kilo almaya çok elverişli bir durum oluyor. Şu anda akşamları spor yapıyorum. Haftada 2 gün yapmaya çalışıyorum. Yemek düzenime dikkat ediyorum ve diyetisyenimin verdiği listeyi uyguluyorum. Tabii doktor kontrolü de var. Kan testleri ve gerektiğinde ilaç takviyesi yapıyorlar. Onların yardımıyla bu kiloya kadar düştüm” diye konuştu.

“Hedefim 85 kilo”

Şimdiki hedefinin 85 kiloya düşmek olduğunu ifade eden Dayıoğlu, “Kilo vermeye başladığımdan itibaren mutluluk olmaya başlıyor zaten kilo verdikçe kendinize güveniniz oluyor ve daha çok başaracağınıza inanıyorsunuz. Yemenize daha dikkat ediyorsunuz. Doktorun verdiklerine daha dikkatli davranıyorsunuz. Yasak şeyleri yememeye çalışıyorsunuz. Tabii 85 kilo olduğumda gerçekten mutlu olacağım” şeklinde konuştu.
Yalçın Dayıoğlu, kilolu insanlara da tavsiyelerde bulunarak, “Kiloyla yaşamaktan mutlu olanlar da olabilir. Mutlu değillerse, kendi başlarına başaramıyorlarsa bir uzman desteği alsınlar.ürgüp escort Yemeği kendileri yapmıyorlarsa aşçılarını da götürsünler diyetisyene, yoksa listeye uyamıyorsunuz” ifadelerini kullandı. 

Barış Gök – Uğur Sarı

Okumaya devam et “Diyetle 8 ayda 45 kilo verdi”

Uyku gezer problemine dikkat

Nişantaşı Psikiyatri Merkezinden Yrd.Doç.Dr.Rıdvan Üney, “Uykunun ilk kısımlarında, özellikle uykuya daldıktan birkaç saat içinde görülür. Nerdeyse, toplumda 40 kişiden birinde bu sorun vardır. Özellikle 5 yaş civarında başlar ve genelde ergenlik çağının sonuna doğru ortadan kalkar. Ancak bazı yetişkinlerde devam edebilir. Kadınlarda ve erkeklerde aynı oranda görülür. Ailede uyurgezerlik varsa çocuklarda daha sık görülür. Genellikle 10 dakika sürer ve kişi tekrar yatağına dönüp, uyur” dedi.
Uyurgezerlerde görülen davranışları sırasıyla açıklayan Dr. Üney, “Yataktan kalkma, Yürüme, Yatağını düzeltme, Anlamsız yüz ifadesi, Uyandırılırsa tepkisizlik, Başka odaya geçme, Yemek yeme ve bir şeyler içme, telefonla konuşma, Kısa konuşmalar, Anlamlı cevap verememe, Pencere açma, Cam kırma, Evden dışarı çıkma, Araba kullanma, Bazen, birine zarar verme gibi davranışlar görülmüştür” açıklamalarında bulundu.
Yrd.Doç.Dr. Rıdvan Üney, uyurgezerliğin nedenleri şöyle sıraladı:

“1. Uyandırılma: Özellikle küçük çocuklarda gece uyandırılma, uyurgezerliğe neden olabilmektedir

2. Uykusuzluk: Uzun süreli uyku bozukluğu ya da vardiyalı çalışma şekli soruna neden olabilir.

3. Migren: Özellikle çocuklardaki uyurgezerlik nedenlerinden birisi de, migren olduğu unutulmamalıdır.

4. Psikolojik ve psikiyatrik bozukluklar: Depresyon, endişe bozuklukları gibi hastalıklar, migrene neden olabilmektedir.

5. Kişilik problemleri: Özellikle insanlarla sürekli çatışma yaşayan kişilik özellikleri olanlarda, sık görülür.

6. Psikiyatri ilaçları: Bazı psikiyatrik ilaçların tedavide kullanılması esnasında, yan etki olarak ortaya çıkabilir.

7. Yaşlılıktaki beyin hastalıkları: Yaşlılıkta ortaya çıkan uyurgezerliğin nedeni, genelde beyin hücrelerinin ölümüne neden olan hastalıklardır.”

Uyurgezerlerin odasının ayağa kalktığında eşyalara çarpmayacak veya kaymayacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini kaydeden Dr. Üney, “Ayrıca kapı ve pencereler dikkatli bir şekilde kilitlenmelidir. Böylece zarar gelmesi veya yaralanması engellenebilir. Uyurgezerliğin tedavisinde mutlaka bir psikiyatrist ve nöroloji uzmanından yardım alınmalıdır” şeklinde konuştu. 

Ameliyatsız kalıcı kalp pili uygulaması

Yaklaşık 2 hafta önce başka bir sağlık merkezinde kalıcı kalp pili takılması amacıyla yatırılan ancak başarısız olunan hasta, şikayetlerinin devam etmesi üzerine Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi’ne başvurdu. Kardiyoloji Anabilim Dalı Polikliniği’nde gerçekleştirilen eko tetkikleri sonucunda hastaya tıp dilinde Persistan Sol Superior Vena Cava anomalisi olarak bilinen, toplardamarlar için de sorun teşkil eden, kalp anamolisi teşhisi konuldu. Teşhis ve tedavi süreciyle ilgili açıklamalarda bulunan Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hamza Duygu şunları söyledi: “Sağlıklı kişilerde vücudun üst kısmındaki kanı toplayan damarlar kalp kulakçığına direkt olarak açılırken, bu hastada farklı bir toplardamarın kalbe açıldığı tespit edildi. Bu durumdaki hastalarda kalp pili kablolarının kalbe ulaştırılması çok zor olup, tedavilerin çoğunda açık kalp cerrahisi gerekebilmektedir. Teşhisin ardından, hafif sedasyon uygulanan hasta, toplardamardan girilmek suretiyle, kalbin hem sağ kulakçığına hem de sağ karıncığına iki kablolu kalıcı kalp pili yerleştirilerek, yaklaşık 1 saat süren ameliyatsız işlemle başarıyla tedavi edildi. Gözetim amaçlı 1 gece yoğun bakımda tutulan hasta, işlem sonrası 3. gün taburcu edildi”

3 farklı kalp pili seçeneği mevcut

Kalp hastalıklarında damar tıkanıklığı dışında, ritim bozuklukları ya da yavaş ritme bağlı nabız düşüklüğü gibi sorunların görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Hamza Duygu, özellikle kalbin normalden yavaş atması ile baş dönmesi ve bilinç kaybı gibi durumların geliştiği hastalarda mutlaka kalıcı kalp pili tedavisinin uygulanması gerektiğini ifade etti. Hastaların sağlık sorunlarına bağlı olarak kullanılmakta olan üç farklı kalıcı kalp pili bulunduğunu belirten Prof. Dr. Hamza Duygu, bunların birincisinin sadece kalbi hızlandıran, ikincisinin ölümcül ritim bozukluğu oluştuğunda kalbe şok veren ve üçüncüsünün ise kalp yetmezliğinde kalbin kasılmasını iyileştiren ve ani ölümü önleyen kalp pilleri olduğunu ifade etti.

Prof. Dr. Hamza Duygu: “Ameliyatsız kalp pili uygulamalarında, hekimlerin cihaz ile aritmi konusunda bilgi ve deneyim sahibi olmaları çok önemli”

Hastaya takılacak kalp pili çeşidine doğru karar verebilmek için hastaya önce eko yapılmasının önem taşıdığını vurgulayan Prof. Dr. Hamza Duygu, doğuştan kalp anomalisi olan hastalarda ise işlem öncesi tomografik görüntüleme gibi birtakım geniş çaplı ön hazırlıklar gerektiğini ve işlem için kullanılacak cihazlar ile aritmi konusunda deneyimli hekimler tarafından bu tür vakaların ameliyatsız bir şekilde tedavi edilmesinin mümkün olduğunu belirtti.
 

Dişsizlik sorununa “implant”lı çözüm

İmplant tedavisi hakkında bilgi veren Msc. Dt. Cem Harbalioğlu, “İmplant eksik olan dişlerin yerine çene kemiğine yerleştirilen titanyumdan yapılmış vidalardır. Uzun zamandır rutin olarak kullanılmakta olan bu sistemler kalan dişlere herhangi bir zarar vermeden doğal dişe yakın bir konfor sunan tedavi yöntemleridir. İmplant yerleştirme işlemi lokal anestezi altında gerçekleştirildiği için, hatta lokal anesteziden önce anestezik spreyler uygulandığı için ağrı hissedilmesi söz konusu değildir. Operasyon öncesi rutin olarak lokal anestezi tercih edilmesine rağmen hastanın tercihi ve hekimin uygun görmesi durumlarında genel anestezi de kullanılmaktadır. Operasyon sonrasında uygulanan buz ve ilaçlar sayesinde ağrı oluşmayacaktır. Bu işlemden sonra üç ay gibi kısa bir sürede tamamen çene kemiğine tutunan implant gerçek bir diş kökünün yerini alarak üzerine yapılacak protezi taşımaya hazır hale gelir. İmplantlar tek kaplama, köprü ya da hareketli protezin altında yapay dişi destekler. Dişlerin çekiminden sonra mevcut kemiğin bulunması ve aktif iltihabi bir durumun olmaması durumunda aynı seansta implant yerleşimi sağlanabilir. Diş çekimini takiben ilk bir yıl içerisinde kemik hacmi yüzde 40 azalır. Çekim sonrası aynı seansta implant yerleştirilmesi sayesinde çekim yarasının kemikle dolması gereken 3 aylık süre kısaltılmış olmaktadır” dedi.

İmplant sonrası sigaradan uzak durulması gerektiğini belirten Harbalioğlu, “Sigara içen kişilere yapılan implantların iyileşme süreci çok parlak değildir. İmplantoperasonu sonrası hastaların 1 hafta sigara içmemesi gerekmektedir. Kemikle kaynaşma dönemi bittikten sonrada hasta ne kadar az sigara içerse, implantlarda o kadar uzun süre ağızda kalır” bilgilerini verdi.

Bakımı nasıl yapılmalı?

Diş bakımı hakkında konuşan Msc.Dt.Harbalioğlu, “İmplantların uzun dönem başarısı, uygun ağız bakımı ve diş hekimi kontrollerine bağlıdır. Bunun için günde en az iki kez diş fırçalamak, en az bir kere diş ipi kullanarak diş aralarını temizlemek ve ağız duşlarını kullanmak gerekmektedir. Bunların yanı sıra yine diş aralarını temizlemek için kullanılan ara yüz fırçaları ile köprü altlarını temizlemek için özel üretilen diş iplerinden faydalanabilinir” diye konuştu. 

Hastalıkta tanı, hata kaldırmaz

Sağlık hizmetlerinde tanı hataları, son yıllarda sıkça gündeme gelir oldu. Acıbadem Üniversitesi Sağlık Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, hasta güvenliğinde bu basamağı mercek altına aldı ve farklı üniversitelerden uzmanların işbirliğiyle hazırlanan ‘Tanı Hataları’ kitabını yayımladı. 29 Mart 2017 Çarşamba günü Acıbadem Üniversitesi Kerem Aydınlar Kampüsü’nde geniş bir katılımla tanıtımı yapılan Tanı Hataları kitabında güvenli ve yüksek kaliteli bir sağlık sistemi için doğru tanı konulmasının önemi vurgulanırken, tanı hatalarını önleme yollarına dikkat çekiliyor.

Tanı hataları oranı yüzde 15 seviyesinde

Tanı hataları, dünyada ölüm nedenleri arasında trafik kazalarından da fazla. ABD’deki verilere göre tanı hatalarının oranı yüzde 15 seviyesine ulaşmış durumda. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mine Durusu Tanrıöver, Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Prof.Dr. Mustafa Serteser ve Prof.Dr. İbrahim Ünsal ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr. H. Erdal Akalın tarafından yapılan çalışmada tanı hatalarının hasta güvenliği ve sağlıkta kalite kapsamındaki önemi, görülme sıklıkları, nedenleri ve önleme stratejileri üzerine çok boyutlu bir tartışma sonucunda nedenleri, sonuçları ve önleme yolları ortaya konuluyor ve önerilerde bulunuluyor.

“Türkiye’de tanı hatalarına yönelik olarak yapılan bu ilk akademik çalışma”

Toplantının açılışında konuşan Acıbadem Üniversitesi Rektör Vekili Prof.Dr. İrfan Güney, Sağlık Politikaları ve Uygulama Merkezinin gerek Türkiye’de gerekse dünyada sağlık politikalarının nabzını tutarak stratejiler geliştirdiğini ve kamuoyuyla paylaştığını belirtirken, hazırlanan ilk yayının daha güvenli bir sağlık sistemi ve sağlık politikalarının şekillenmesinde yardımcı olacağını vurguladı.

Acıbadem Üniversitesi Sağlık Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç.Dr. Haluk Özsarı da, odağına hastanın ve hasta güvenliğinin konulduğu sağlık politikalarının eninde sonunda başarılı olacağına dikkat çekerek, Türkiye’de tanı hatalarına yönelik olarak yapılan bu ilk akademik çalışmanın gelecek adına büyük kazanımlara vesile olacağına inandığını söyledi.

“Tanı hataları tıbbi hatalar içerisinde çok büyük bir yer tutuyor”

Toplantıda konuşan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mine Durusu Tanrıöver ise, sağlık politikalarını şekillendirmenin çok dinamik bir süreçte sağlık sistemindeki yenilikleri ve toplumun gerekliliklerini takip etmeyi gerektirdiğini belirterek, “Dünyada özellikle son beş senedir özellikle gördük ki tanı hataları tıbbi hatalar içerisinde çok büyük bir yer tutuyor ve aslında bizler bunun yeni yeni farkına varmaya başlıyoruz. Konu ile ilgili yeni yeni çalışmalar yapılıp politikalar oluşturulmaya başlanıyor. Biz de kitabımızda hem uluslararası literatürden örneklerle tanı hatalarını tanımlamaya, nedenlerini açıklamaya çalıştık hem de ülkemizin sağlık politikalarına ışık tutabilecek birtakım önerilerde bulunmaya çalıştık” ifadelerini kullandı.

“Başka çalışmalara kapı açacak”

Acıbadem Üniversitesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. İbrahim Ünsal, Tanı Hataları kitabının uzun dönemli, sistematik ve aynı zamanda kamunun da taraf olması gereken pek çok çalışmanın gerekliliğini gösteren bir ön çalışma olduğuna ve başka çalışmalara kapı açacağına inandığını kaydetti.
Prof.Dr. Mustafa Serteser ise, hasta güvenliğinin en iyi şeklide yürütülebilmesi için liderlik ve kültürel değişimin gerektiğinin altını çizerek, “Bu kültürel değişimin tüm kurumlarda farklı ve en alt basamaklara kadar indirilmesi gerekiyor. Kişilerin bu kültürel değişimi yaparken cesaretlendirilmesi de şart. Kesinlikle bir hatanın ortaya çıkarıldığı zaman cezalandırılması yerine gerektiğinde ödüllendirilmesi de yapılıp, hatalar hangi basamaklara çıkıyor, nerelere yoğunlaşılmış, oranların tespit edilerek daha fazla o bölgelerde önlem alınması için çalışılması gerekiyor” diye konuştu.

“Hastalarımıza daha güvenli bir sağlık hizmetini nasıl sunarız, nasıl iyileştiririz buna odaklanmak şart”

Tanı Hataları kitabının yazarlarından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr. H. Erdal Akalın da, tanı hatalarının hasta güvenliği sorunlarının en başında yer aldığını hatırlatarak, ABD’deki verilere göre sorunun yüzde 15 gibi yüksek bir seviyeye ulaştığına dikkat çekti. En fazla tanı hatalarının, ayakta tedavi sunan sistemlerde görüldüğünü belirten Prof.Dr. Akalın, “Özellikle çok hastanın görüldüğü ve az zamanın ayrıldığı yerlere bakmak gerekiyor. Hasta güvenliğini çok ciddi şekilde artırmak, hastalarımıza daha güvenli bir sağlık hizmetini nasıl sunarız, nasıl iyileştiririz buna odaklanmak şart” açıklamasını yaptı. 

Goncagül Özcan

“Erkeklerde kanser görülme oranı arttı”

Yrd. Doç. Dr. Yıldız Keleş, 1-7 Nisan tarihlerinin her yıl kanser bilinçlendirme ve tanıtım haftası olarak değerlendirildiğini kaydetti. Türkiye’de 2014 Sağlık Bakanlığı verilerine göre her yıl 163 bin yeni kanser vakasının görüldüğünü aktaran Yrd.Doç.Dr. Keleş, erkeklerde kanser görülme oranlarının arttığına dikkati çekti.

“Erken tanı ile şansımız çok yüksek”

Erkeklerde en fazla akciğer, kadınlarda ise meme kanserinin ilk sıralarda yer aldığını dile getiren Yrd. Doç. Dr. Keleş, “ Erken tanıyla kanser türlerinin tedavisinde başarı şansımız çok yüksek. O nedenle bu hafta kanserde erken tanıyı, düzenli sağlık kontrollerini vurguluyoruz” diye konuştu.

“Tedavide son 20 yılda ciddi yol aldık”

Kanseri arttıran nedenlerin başında sigaranın geldiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Keleş, “ Obeziteye de dikkat etmemiz gerekiyor. Obeziteyle ilgili kanserlerde de artış görüyoruz. Kanserle ilgili tanılar arttıkça, teknolojik gelişmeler de artıyor. Onkoloji tedavilerinde son 20 yılda büyük bir gelişim oldu. Radyasyon onkolojisi alanında önemli gelişmeler oldu. Modern ve ileri teknolojiler sayesinde sadece kanserin bulunduğu alanı ışınlamayı hedefleyen cihazların sağladığı faydalar öne çıkıyor. Radyoterapi 100 yıldır zaten uygulanan bir tedavi yöntemi. Ama son 20 yılda radyoterapinin yan etkilerini azaltmaya yönelik ciddi yol aldık.” dedi.
 

Okumaya devam et ““Erkeklerde kanser görülme oranı arttı””

Saçsızlık erkeklerde psikolojiyi bozuyor

Real Hair Saç Ekimi Merkezinden Saç Ekimi Koordinatörü Zeynep Günel, “Saç seyrekliği genel olarak çok karşılaşılan bir problemdir ve aslında çözümü saç ekimidir. Tabi dikkat edilmesi gereken birçok konu vardır. Saç sıklaştırma işlemleri genel olarak şu durumlarda yapılabilmektedir. Daha önce yapılan başarısız saç ekimleri, eski teknikle yapılan saç ekimleri, Fut saç ekimi sonrası sonuçları kötü olan kişilerde, medikal rahatsızlığa bağlı dökülmeler ve genetik olarak seyrek saçlı kişilerde saç sıklaştırma yapılabilmektedir ” dedi.

Saç sıklaştırma işlemlerinde traşa gerek olmadığını kaydeden Zeynep Günel, “Saçlar kazıtılmadan saç ekimi yapabilmekteyiz. Üstelik saçları kazıtmadan yapılan bu işlem sayesinde saç ekimi olduğunuz bile anlaşılmayacak yaklaşık olarak 6 ay içerisinde daha gür saçlara kavuşmuş olacaksınız. Seyrek saçlı kişilerde saçların bu hali genetikse full saç ekimi yapılmamalı ve var olan saçlara gelebilecek zararlar önlenmelidir. Aksi taktirde full saç ekimi yapıldığında seyrekte olsa var olan saç kökleri zarar görebilmektedir. Genetik kaynaklı saç seyrekliği problemi yaşayanlar kesinlikle uzman doktor kontrolünde gerekli testler yapılarak sorunun kaynağının araştırılmasını yaptırması gerekmektedir” ifadelerini kaydetti.

Real hair olarak seyrek saç tedavinde öncelik prp uygulaması hatta prp uygulamalarını düzenli aralıklarla yaparak saç sıklaştırma işlemleri yapılmasını ifade eden Zeynep Günel, “Hatta oral yolla saç köklerini besleyen vitamin destekleri de alınması önerilmektedir. Vitamin konusunda uzman doktor tavsiyesi ile reçete düzenlenerek eczanelerde satılan vitamin takviyeleri alınmalı piyasada ne olduğu belli olmayan hiçbir vitamin, krem yada başka türlü bir şey kullanılmamalıdır. Prp destekli yapılan tüm saç sıklaştırma ekimleri yüzde 99 oranında başarılı sonuçlarla bitmektedir. Real Hair Center olarak önceliğimiz her zaman var olan saçlarınızı kurtarmak ve onlara zarar verecek uygulamalardan kaçınmaktır. Bu yüzden saçlarınızın seyrekliği ile ziyaret edeceğiniz saç ekim merkezlerinin komple saç ekim tekliflerini bir kez daha düşünmenizi tavsiye etmekteyiz. Üstelik tüm işlemler hastane ortamında yapılmalı ve tam teşekküllü bir hastanede dışında saç ekimi operasyonları yapılmamalıdır. Çünkü hayatınız saçlarınızdan daha önemlidir” şeklinde konuştu. 

Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, vertigo hastalığına açıklık getirdi

Vertigo’nun birçok branşı ilgilendiren ve son yıllarda yaygın bir şekilde görüldüğüne dikkat çeken Kulak Burun Boğaz Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, vertigoya neden olan problemlerin aydınlatılması gerektiğini belirti. Doç Dr. Ulusoy, vertigonun belirtileri ve nedenleri, ortaya çıktığında hangi dokta gidilmesi gerektiği ve tedavisi hakkında açıklamalarda bulundu.

Vertigodan farklı olarak hastaların bazen dengesizlik şikayeti ile de doktora başvurabildiğini ifade eden Doç. Dr. Ulusoy, “Bu durum gemi ve otobüs yolculuğu, alkol alımı sonrası ertesi gün sıklıkla karşılaşılan ve kısa sürede kendiliğinden geçiyor. Bu gibi durumlarda baş dönmesi olmuyor, hafif boşlukta gibi dengesizlik hissi oluyor. Ayrıca gerçek vertigo ile sıklıkla karışabilen ‘Ortostatik Hipotansiyon’ dediğimiz pozisyona bağlı tansiyon düşmesi olarak tanımlanan durum ortaya çıkıyor ve genelde bayanlarda görülüyor. Yerçekimine karşı yapılan ani hareketlerde tansiyon düşüklüğü ile birlikte göz kararması ve hafif dengesizlik olabiliyor. Bu durumdaki hastalara ani iniş kalkış hareketlerinden sakınmalarını öneriyoruz” dedi.

Baş dönmesinde (Vertigo) gidilmesi gereken doktorlar

Baş dönmesi sorunu yaşayan kişilerin hangi hekime görünmesi gerektiği hakkında bilgi veren Doç. Dr. Ulusoy, “Denge sistemimizin oluşumunda başlıca iç kulaktaki yarım daire kanalları, göz, eklemler, beyin-beyincik sorumludur. Bunlardan beyin ve beyincik ile ilgili olanına santral yani merkezi vertigo sebepleri diyoruz. Bunlar nöroloji branşının ilgi alanına giriyor. Bu durumu hastalar ‘Yer ayağımın altından kayıyor, boşlukta gibiyim, sandalda ayakta sallanıyormuşum gibi his oluyor, başım sizin etrafınızda dönüyor’ gibi şikayetlerde bulabiliyor. Bunlar dışındaki baş dönmeleri periferiktir (yani çevreseldir) ve bunlarda tipik olarak çevrenin döndüğü hissi ön planda oluyor. Hastalar bu durumu etraf fırıl fırıl dönüyor şeklinde ifade ediyor. Çevresel sebeplerin başlıcaları ise iç kulak yarım daire kanalları ve salyangoz kaynaklı oluyor. Bu tip kaynaklı baş dönmeleri ani ve gürültülü başlıyor, genelde şiddetli oluyor ve beraberinde bulantı-kusma durumları söz konusu olabiliyor. Özellikle iç kulak kaynaklı olanlarına bazen işitme kaybı ya da kulak çınlaması eşlik edebiliyor. Etraf dönüyorsa, ani ve şiddetli başladıysa, işitme kaybı ve çınlama varsa KBB (kula, burun,boğaz), yavaş yavaş başladı ve hafif ise başınız kişinin etrafında dönüyor veya boşlukta kalıyor hissi ise nöroloji ye başvurmak uygun olacak” açıklamalarında bulundu.

İç kulak kristalleri kaynaklı baş dönmesi birkaç seansta tedavi edilebiliyor

İç kulak kristalleri kaynaklı baş dönmesi pozisyonel baş dönmeleridir ki yarım daire kanallarında kristallerin birikimden oluşuyor diyen Doç. Dr. Ulusoy, “Bu çeşit baş dönmeleri en sık görülen vertigo nedeni olarak biliniyor. Burada baş dönmesinin başın bir tarafa hareketiyle ortaya çıkması tipiktir. Bunları Dix-Hallpike, Semond dediğimiz manevralarla ( Bunlar sedyede yapılan basit muayene yöntemleri), kolayca tanı koyarak hemen sonrasında serbestleştirici manevralar dediğimiz epley ve barbekü manevralarıyla genelde 1 seansta bazen birkaç seansta kolayca tedavi edebiliyoruz. Bazen bu hastalara evde uyguladıkları Brand Daroff ve Cooksey egzersizleri de önerebiliyoruz” şeklinde konuştu.

Baş dönmesinin diğer sebepleri

Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, diğer sık baş dönmesi sebeplerinden başlıcalarının ise vestibuler nörinitis (denge sinirinin iltihaplanması), Meniere hastalığı (iç kulak tansiyonu), psikolojik baş dönmeleri, vertebrobaziller yetmezliğe (boyundan geçen atardamarların çeşitli sebeplerle daralması) bağlı olanlar olduğunu belirterek şu bilgileri verdi: “Vestibuler nörinitis, genelde solunum yolları enfeksiyonları sonrası olup birkaç hafta sürekli baş dönmesiyle ve bulantı-kusma ile karakterize olan bir durumdur. Baş dönmesi oldukça rahatsız edici olup bunları bir kaç gün hastaneye yatırmak gerekebiliyor. Meniere hastalığı dediğimiz iç kulak sıvısının basıncının yükselmesine bağlı bir diğer sorunda ise dalgalı işitme kaybı, değişiklik gösteren işitme kaybı ve kulakta dolgunluk tipik görülüyor. Atakları çok şiddetli olup atak sonrasında başlangıçta işitmesi normal geliyor fakat zamanla atak sıklığı artarak işitme kayıpları kalıcı olmaya başlıyor. Meniere hastalığının tedavisinde ve korunmasında farklı tedaviler uyguluyoruz. Korunma için tuz kısıtlaması ve orta kulak basıncını düşüren idrar söktürücüleri başlıca kullanıyoruz. Atak esnasında şiddetli baş dönmesi olduğundan hastaneye yatırarak bir iki günlük serum içinde ilaçlar uyguluyoruz. Bu hastalıkla ayrıca kulak içine antibiyotik (gentamisin) veya kortizon uygulayarak oldukça başarılı olduğumuzu söyleyebilirim. Nöroloji branşını ilgilendiren baş dönmesi sebeplerinden biri de vertebrobaziller yetmezlik oluyor. Bu durum kalpten çıkıp beyincik ve beyine kan götüren damarların tıkanmasına bağlı olup boyun fıtıkları ve kireçlenmeleriyle birlikte görülüyor, özellikle 60 yaş üzeri kişilerde daha sık görülüyor. Bunlar doğru teşhis edilmeleri doppler ultrasonografi ile olmakta olup ilaç tedavileriyle veya varsa boyun fıtık ve kireçlenmesine yönelik tedavilerle oldukça rahatlıyor”. 

Kalp sağlığı için kırmızı besinler

“10-17 Nisan Kalp Haftası” öncesinde Uzman Diyetisyen Nilay Keçeci Arpacı kalbe iyi gelen kırmızı besinleri anlattı Arpacı, “Kırmızı güçler ile beslenmek pek çok hastalığı önlediği gibi kalp damar hastalıkları riskini de ortadan kaldırmada faydalı olabiliyor. Çünkü bu besinler, damarları temizleyerek ve kan basıncını düşürerek kalp sağlığını koruyor. Kan şekerini dengeleyen ve kolesterol düşürücü etkisi olan kuşburnu, en güçlü antioksidan besinlerdendir. Vücutta oluşan ve kanserojen etkiler ile kalp hastalıklarına da neden olan serbest radikallerin oluşumunu önleyen ve tedavi edici etkisi yüksek olan kuşburnunu, gün içerisinde marmelat şeklinde 1 tatlı kaşığı kadar ya da çay şeklinde 1 fincan kadar tüketilebilirsiniz. Kuşburnu kanı temizleme özelliği ile kalbe artı fayda sağlayan önemli besinlerdendir. Her bir tanesi sağlık kaynağı olan nar, kalp hastalıklarına karşı önleyici ve tedaviyi iyileştirici etkisi ile ön plana çıkıyor. Narın içerdiği antioksidan, tüm besinlere bakıldığında en güçlü antioksidandır. Yüksek kolesterol ve trigliserid gibi kalp hastalıklarında belirleyici olan kan değerlerinde ciddi düşüşlere yardımcıdır. Mevsiminde narı her gün 2 su bardağı kadar tüketmek ya da salatalarda bol bol tüketmek etkili olacaktır” şeklinde konuştu.

Her gün bir kırmızı elma kalbi korur

Uzman Diyetisyen Nilay Keçeci Arpacı, her gün bir kırmızı elmanın tüketilmesi gerektiğini de belirterek, “Kırmızı besinler içinde her gün tüketilebilen ve kan şekerini dengeleyen kırmızı elma bol antioksidan barındırır. Kalp hastalıkları ve kronik kalp sıkıntıları yaşayan kişilerin de tüketmesi gereken elma, kalbi korurken kolesterollerinde düşmesine yardımcı olur. Kırmızı elma, serbest radikalleri vücuttan atarak kalp sağlığını korumaya yardımcı olur. Oxford Üniversitesi araştırmacıları tarafından sunulan bir çalışmada günde bir elma yemenin 50 yaş üstü kişilerde kalp krizi önlediği vurgulanmıştır. Elma hiçbir yan etkisi olmayan kalp dostu bir besindir. Domates, içerdiği likopen ile pek çok kanser türünün yanı sıra kalp hastalıklarına karşı da koruyucu özelliktedir. Organik domates, sofralarda her gün yer bulması gereken başlıca bir besindir.

Domatesin içerdiği antioksidan damarların tıkanmasını önleyerek, kalp krizi riskini azaltır. Aynı zamanda ister salatalarda ister tek tüketilsin vitamin ve mineral bütünlüğü sağlayarak vücudu hastalıklara karşı korumaktadır. Kalp ve damar sağlığını korumak için kullanılan değerli besinlerden biri de kirazdır. Mevsimi yaklaşan kirazı günde 1 porsiyon kadar tüketmek antioksidan etkisi ile kalp hastalıklarına karşı koruyucu olacaktır. Kiraz, damarların düzenli kan akışını destekler. Kalp hastalıklarında tahrip olan hücrelerin yenilenmesi ve kalan hücrelerin daha sağlam çalışması için etkilidir. Antioksidan özelliği ile vücutta biriken kalbe olumsuz etkiye neden olabilecek atıkları temizleyebilmektedir” diye konuştu 

Tuncelide sezeryanla doğum oranı yüzde 40ın altına düştü

Tunceli sezeryanla doğum oranında yüzde 80’le Türkiye genelinde ilk sırada yer alırken, Devlet Hastanesi bünyesinde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Çağdaş Özdemir ve fizyoterapist Nuray Ertürk öncülüğünde 2016 yılının Ağustos ayında gebe eğitim programı başlatıldı. Uygulanan program sayesinde kentte sezeryanla doğum oranı yüzde 80’den yüzde 40’a kadar düşürüldü. Program kapsamında eğitim alan gebelerin yüzde 78’i normal doğum yaptı.

Eğitim programına ilişkin bilgi veren Fizyoterapist Nuray Ertürk, “Amacımız normal doğumun anne adayları için sağlıklı, keyifli ve rahat bir süreç olduğunu anlatmak. Burada doğumda ihtiyacı olan pozisyonları, nefes tekniklerini gebeye anlatıyoruz. Doğum sürecini, neler yaşayacaklarını anlatıyoruz. Haftada bir kere eğitim veriyoruz. En az beş kişilik eğitimler oluyor. Tunceli nüfusuna göre çok iyi bir rakam. Normal doğumun daha keyifli ve rahat olduğunu gördükleri zaman talep artıyor. Umarım tüm Türkiye’de de böyle olur” dedi.
Yaklaşık bir yıldır Tunceli Devlet Hastanesi’nde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı olarak çalışan Dr. Çağdaş Özdemir, göreve başladığında kentin sezeryanla doğum oranı bakımından Türkiye birincisi olduğunu söyledi.
İnsanların kafasında doğumla ilgili yanlış bilgi ve haberler olduğunu aktaran Dr. Özdemir, “İnternette duydukları yanlış haberlerden kaynaklı korkuları mevcuttu. Fizyoterapist arkadaşımızla gebe eğitim programını başlattık. Bunun dört aşaması var. Hastalara vücutlarıyla, doğumla, egzersizlerle ilgili bilgilendirme yapıyoruz. Bir kez gelen hastalarımızda bile normal doğum konusunda inanılmaz bir başarı yakaladık. Öncesinde yüzde 60-80’lerde olan sezeryanla doğum oranı yüzde 40’ın altına düştü. Bazı aylarda yüzde 20’lere kadar düşüyor”diye bilgi verdi.